AKP’li anacığıma mektup

Benim anam 80 yaşında. AKP’li. Saklamaz bunu, hatta ne saklaması, militan edasında savunur, över. O yüzden içim rahat, söyleyebilirim. 

Biliyor benim olmadığımı, bunca seçimdir de ne sormuş, ne sorgulamıştır, ama bu seçimde sorgulayası geldi. Talimat sert bu defa belli 😊 

14 Mayıs sandık kuyruğundayız, annemden bir mesaj "anneler gününde hediye istemiyorum, bana en güzel hediyeyi vermek istiyorsan…"

Daha önce de konuşmuşuz, "yok anacım, ben senin partine oy veremem, oy biraz vicdan işi. Evet yollar, sağlık sistemi, milli hamleler falan çok iyi de, benim ideolojik olarak ona oy vermem mümkün değil” demişim. 

Son saniye tekrar bir deneyeyim dedi sanırım. 

Mesajına cevap yazdım: "Anacım, kendine sürekli saraylar yaptıran birini gerçek İslam yolunda göremiyorum. Bu dinin peygamberi yaşamında Arap yarımadasını tümüyle fethetmişti ama itibar için bir saraya ihtiyaç duymadı.  Senin liderinin binlerce odalı saraylar olmadığında kendini veya ülkemizi itibarsız görüyor. Ağzıyla kuş tutsa ona oy veremem. Anneler günün kutlu olsun"

"Teşekkür ederim canım" diye cevap attı, her ne kadar ikna edemediyse de, kendisini çok sevdiğine emin olduğu evladına. 

Sıra bitti, oyumu Kılıçdaroğlu’na ve CHP ye verdim. 

....

Ah anacım, 80 yaşına geldin ama aklın zehir, o zaman gir İnternette şunu yaz “Hz. Muhammed’in sarayı”. Tek bir sonuç bulabilirsen gel bana haksızsın de.  

Hz. Ebubekir diye ara, onu da bulamazsın. 

Hz. Ömer de yok. 

Hz. Ali zaten olamaz, peygamberimiz ben neysem Ali odur demiş, yapmaz.  

Hz. Osman yaptırmış bir saray. İtiraz etmiş bir zat çevresinden. “Zekatımı verdim, kalanıyla ne istersem yaparım” demiş. “Ama” demiş karşıdaki “Allah zekâttan artanı da hayırlı işlere kullanmamızı ister. Sarayı kendi paranla yaptırdıysan israf, halkın parasıyla yaptırdıysan da ihanet olur”. Adam sürülmüş, konu kapanmış. İslam’ın öz ahlakından uzaklaşmaya başladığının ilk işaretleri. Hz. Osman’a kadar devlet kademelerinde ne bir akraba, ne bir kayırma, ama Hz. Osman ile düzen yine Hz. Muhammed’in içine doğduğu, itiraz ettiği düzene doğru geri gidiş sürecine girmiş. 

Anacığımı suçlayamam. İkinci dünya savaşı yılları Rize’de halk açlık çekerken mısırın İnönü emriyle ambarlarda çürütüldüğüne kendi şahit olmadıysa da, anasından dinlemiş. Sonrasında Samsun’a gelin gittiği vakitlerde Adnan Menderes’in yaptığı yatırımları, atılımı görüp, üstüne asıldığını görmüş daha 19 yaşlarında. 

Şimdiki liderini de onun yolunda görüyor. Sağlık diyor, yol diyor, yerli uçak, araba diyor. “Anacım o milli üretim dediğimiz ürünlerin yüksek teknoloji gerektiren komponentleri yine ithal ediliyor, biliyorsun değil mi?” Biliyorum olsun, diyor. Türk birleştirmiyor mu onları diyor. 

Haksız mı? Haklı. Milli değilse de millilik oranı görece Türkiye’de üretilen yabancı marka bir arabadan daha yüksektir tahminim. Niyet ve aksiyonlar güzel. 

Seviyor kadın, yapacak bir şey yok. 

Kılıçdaroğlu mu yapacak daha iyisini? Diyor. Susuyorum. Çünkü bunu çok haklı buluyorum. Ama mesele o değil.

“Bak anacım, yapılan otoyollar, şehir hastaneleri çok güzel şeyler evet ama, Osmanlıda da,  dünyada henüz sadece bir tek Londra metrosu varken, Istanbul’a metro yapılmıştı. O sıralar da adımız “hasta adam” ha, açlıktan ağzımız kokuyor, sürekli yeniliyoruz, çöküş dönemindeyiz, ama metromuz var. 

Nasıl oluyor biliyor musun anacım, o tüneli yabancılar yapıyor, al sana yüzde 1.5 komisyon diyorlar. Allah’tan bugünkü otoyolları yapan şirketlere yapıldığı gibi “yeterli yolcu bulamazsan, aradaki farkı ben veririm” demiyor Osmanlı da, daha da borca girmiyor. Sonradan Cumhuriyet satın almak zorunda kalıyor tüneli o ayrı tabii.

Yani güzel şeyler yapmak zor değil anacım, vatan toprağını düşmana teslim etmeden güzel şey yapmak zor. 

Ya işte anacım, Osmanlı’nın 1850 lerde almaya başladığı borçlarla o zamanlar da göze kulağa hoş gelen çok şey yapıldı da, o borçları sonrasında Cumhuriyet yönetiminin kapatması 1950 leri buldu. 100 yıl. 

Tamam mevcut ekonomik düzende borç o kadar da büyütülecek bir şey değil denebilir. Amerika’nın da borcu var denebilir. Her ülkenin borcu var. Düzen küresel düzen çünkü. Önemli olan borcu ödeyebilecek gücünün olması. 

İthalatı ihracatından sürekli fazla olan bir ülke, kazandığından sürekli fazlasını harcayan bir aile babasına benzemez mi anacım? Şöyle bir aile babası düşün, asgari ücret alıyor 8500 lira, fakat bir banka buna sınırsız limitli bir kredi kartı vermiş. Harca kardeşim harca sen diyor düşünme -olmaz da -  sürekli adamı borçlandırıyor. 1850 lerde Osmanlı’ya yapılan şey tam da bu. 2000 lere kadar IMF anlaşmaları, son dönem yapılan otoyollar, köprüler, havalimanları, şehir hastaneleri için borçlanmalar. Hepsi bu model. 

Bir vatandaşa kimse gücünün ötesinde kredi vermiyor ama anacım, konu bir milleti boyunduruk altına alabilmek ise kredi musluğu sınırsız açılıyor. 

1850 lerde Osmanlı borç almaya başlıyor. 20 yıl sanırım var yok iflas ettim ben diyor. Geliyor alacaklılar, bugünkü İstanbul Erkek Lisesinin oraya memleketin tüm harcamalarını kontrol eden, Duyun’i Umumiye adında bir bina dikiyorlar. Borçlarını tahsil etmek adı altında, tasmayı takıyorlar boynumuza.

… 

Türkiye’nin hali bugünlerde oraya gidiyor gibi geliyor bana anacım. İhracat bir türlü ithalat’ı geçemiyor. Senelerdir bu böyle. AKP’nin en parlak zamanlarında bile. Boçta falan çok sorun yok ama, üstüne bir de ihracatın ithalattan düşükse, sorun. Borç da arttıkça artıyor. 

Hani çocuk yeni evlenir, aile kurmuştur ama para yönetimini bilmez. “Oğlum hem borcun var, hem de kazandığından sürekli fazla harcıyorsun, yapma” dersin ya, onun gibi bir durum. 

Al bak bu Cumhurbaşkanlığı’nın resmi verisi ben uydurmuyorum: 

https://ticaret.gov.tr/haberler/2023-yili-nisan-ayi-dis-ticaret-verileri

Nisan ayında 19 Milyar dolar ihraç etmiş, 28 milyar dolar ithal etmişiz. 9 Milyar eksideyiz. 

Ekonomiden anlamana gerek yok artık anacım, bak ChatGPT  diye bir şey çıktı, soruyorsun bilgisayar anlatıyor. İthalatın ihracattan fazla olmasının ne sakıncası var dedim, şunları yazdı: 

“İthalatın sürekli ihracattan fazla olması, yani negatif bir ticaret dengesi, bazı sakıncaları beraberinde getirebilir:

1. Dış Borçlanma: Negatif bir ticaret dengesi, ülkenin ithalatını finanse etmek için dış borçlanmasını gerektirebilir. Bu, ülkenin borç yükünü artırabilir ve gelecekte ekonomik sıkıntılara yol açabilir.

2. Para Biriminin Değer Kaybı: Sürekli negatif ticaret dengesi, yerli para biriminin değer kaybetmesine neden olabilir. Bu da enflasyonu artırabilir ve ithal malların maliyetini yükseltebilir.

3. Sanayi ve İstihdam Kaybı: Sürekli ithalat fazlası, yerli üreticilerin rekabet edememesine ve pazardaki paylarını kaybetmesine yol açabilir. Bu durumda, yerli sanayinin küçülmesi ve işsizlik oranlarının artması”

Özetle anacım, üç kuruşa beş köfte yok, çalışacaksın diyor. Güçlü olduğun şeylere odaklanıp onları avantaja çevireceksin. Turizmin mi iyi, ülken cennet gibi mi, misafirperversin bir de, oradan yürü. Coğrafyan çok kilit bir yerde, onu kullan gibi. 

1 ton domates verip karşılığında sadece 10 adet bilgisayar beyin çipi almaya devam edersen batarsın diyor. Teknolojini artır diyor. 

Bütün bu milli hamleler, Türkiye’nin dış ticaret dengesine olumlu etki etmez mi? Tabii ki eder ama o da tek başına yetmiyor anacım. 

Dış ticaretin en önemli koşullarından biri güven. Adam sana güvenecek ki malını alsın. Güven için de en önemli koşullar, güçlü bir hukuk,  dış ilişkilere zarar vermeyecek bir politika, dostane ilişkiler, batı anlayışında bir demokrasi, düşük yolsuzluk oranları vs. vs. 

“Ey Amerika” deyince, korkutuyorsun adamları. Gerçi demediği zamanlarda da harikalar yaratmadık ama hem yüksek teknolojin yok, hem de küresel düzene karşı sivriliyorsun, bunu yapan bir tek ülke var anacım, Kuzey Kore, onun da Nükleer füzeleri var, bizde o da yok, çünkü o da yüksek teknoloji.  

....

Bir ara Kılıçdaroğlu müthiş bir muhalefet materyali bulmuş gibi kükremişti “Otoyol sözleşmelerinde anlaşmazlık durumunda Türk mahkemeleri demiyoooooor” 

Bravo, harika bir açık yakaladın. Ben de yurtdışı müşterilerimle anlaşmalar imzalıyorum, onlarda da yazmıyor. Adam senin mahkemene güvenmiyor ki. Senin hukukun çok oturmuş, yolsuzluk oranın sıfıra yakınlaşmış olur güvenir. Sana güvenmem, İsviçre mahkemeleri olsun diyor, el mahkum evet diyoruz.  

Yani ticaret için de güven vermek gerekiyor anacım. Türkiye dış dünyaya demokratik görünmüyor.  Tek adam sistemi demokratik bulunmuyor. “Heeyyyyt, zam yapan marketler.. Tepenize binerim..” gibi söylemlerle enflasyonu frenlemeye çalışmayı biraz tuhaf karşılıyorlar çünkü. Serbest piyasa ekonomisinde yok çünkü öyle bir şey. Adam gelse atıyorum İngiliz Tesco Türkiye’de marketler zinciri açsa “Heyyyt Tesco, indir fiyatları” diyecek bizimkisi, adam arkasına bakmadan kaçacak. 

Sarayların itibarı da güven veremiyor o kadar demek ki.

- Anlaşmazlıklar halinde İsviçre mahkemeleri geçerli olsun

- Neden? 

- Güvenmiyoruz sizin hukuk sisteminize

- Ama. Ama.. O kadar sarayımız var itibarımız var. 

Olmuyor anacım öyle. 

… 

Bir de bu “Eyy Amerika”  lar nedir? 

“Ey Amerika, 1 ayın var kapat İncirliği topla tasını tarağını gidiyorsun.” mu diyoruz? 

“Ey Amerika, Avrupa, kapatıyorum gümrükleri, gümrük birliği falan yok”  mu diyoruz? 

“Ey Amerika, konsolosluğunu da kapat git” diyebiliyor muyuz? 

Ey Amerika diyeceksek bunları diyelim madem. Ucundan kıyısından “Ey Amerika” larla emperyalizma kafa turuyor olmuyoruz anacım. Onlar halkın milli duygularını okşamak için ufak tefek sataşmalar. 

Çıksak ya Nato’dan mesela. Madem Amerika Avrupa düşmanımız, ne işimiz var o paktlarda? 

Var mı böyle planlar? Yok. Neden? Kolay değil anacım. Halkın kulağına hoş gelecek nidalarla, emperyalizmle gerçekten savaşmak arasında fark var çünkü. Emperyalizmle savaşan bir tek lider gördü bu Cumhuriyet, kalanları İsmet paşadan başlayarak, tavizler verdiler. 

Atatürk “milletler cemiyetine katılacak mısınız?” sorusuna “davet gelirse değerlendiririz” dedi. Sonraki adam “aman bizi de alsınlar” hesabı ikinci dünya savaşının bitimine 10 gün kala Almanya’ya savaş ilan edip saf tuttu. Oysa Atam bir söz söylemişti Hitler’e: “senin yanında olmam, ama tarafsız kalacağımdan emin olabilirsin”.

Ha Atatürk bugün dirilse, devletin başına geçse “Naaptınız devletçilik ilkesine, olmaz küresel ekonomi falan, geri döneceğiz” diye tutturur mu? Hiç sanmam. Her zamanki gibi akıllı davranır. Samsun’a çıkışını anlatıyor ya Nutuk’ta, kitabın ilk cümlesi:

“19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktım. Mevcut durum şu …”

Mevcut duruma bakıyor. Neredeyim, nedir hedefim Cumhuriyet. Arada ne engeller var, şu. Aynısını yapar, yeniden bakar nerde olduğuna, bugünün koşullarında planlarını yapar, uygular. 

Küresel ekonomik düzenden sıyrılmak zor anacım, dünya bir köye döndü. O düzenin içinde kendine güzel bir yer edinmek için çabalamak gerek. Bu da “Eyy Amerika” “Heyt huyt” larla olmaz. 

Harika bir demokrasin olacak, dış ilişkilerinde ılıman olacaksın, müthiş bir hukukun olacak, yolsuzluk oranların sıfıra yakın olacak, insan hayatına verdiğin değer yüksek olacak, madenler az patlayacak, depremde onbinler ölmeyecek, kadınlar sırf güçsüzler diye öldürülmeyecek, insan en değerli şeyin olacak. “Kader” deyip geçmeyeceksin, insan hayatı için önlemler alacaksın, yüksek teknolojiye yatırım yapacaksın, milli hamlelerine devam edeceksin, fiyatları “heyt huyt” la değil, doğru ekonomik uygulamalarla sağlayacaksın. 

Cumhuriyet tarihinde ilk defa “devlet enflasyonu” diye bir terim ortaya çıktı. “Devlet enflasyonu bile” diye başlayan cümleler kuruluyor artık. Çünkü bağımsız araştırma kurumları ortaya “gerçek enflasyon” diye bir terim attılar. Yıllardır devlet, enflasyonu hep özel ürünler seçerek yapardı, bir tık iyimser gösterirdi, bunu bilirdik de, aradaki farkın iki kat olduğu iddiasıyla hiç karşılaşmamıştık. Yani bunca yıl “devlet enflasyonu” diye bir terime muhalefetin bile ihtiyacı olmamıştı. 

Bir devlet, enflasyonu kendi halkına yalan söyler mi? Yalan söylüyor demiyorum, söyler mi diyorum? Söylemez. Ortaya iki başlılık çıkmaz normalde ama çıktı. Seneler sonra bu da icat edildi. 

- Faiz haram. 

-      E haramsa sıfıra indirelim?

- Faiz haram. O yüzden size yüksek faiz veremiyoruz ama paranız güvencede merak etmeyin, dolar artarsa farkı alacaksınız. 

- Faiz haram, ama kur koruması helal. İkisi de aynı sonucu vermiyor mu? Paramı alıyorum işte. 

- Olmaz, “faiz” diyemeyiz adına yasak. 

Dünya üzerinde faizden para kazanma diye bir şey yok anacım. Hatta Japonya’da bazen faiz eksiye düşüyor, banka diyor ki paranı alır saklarım ama bir yıl sonra paran şu değere düşer. Güvenli bir yerde paranı tutuyor oluyorsun sadece eline bir şey geçmiyor. 

Türkiye’de de, paranı faize koyduğunda, faizle enflasyon aynı olduğundan, ana paranın eksilmemesini sağlayan bir artış görürdü hesabın. Yıllardır, kendimi bildim bileli bu böyleydi. Paran erimez gitmezdi, elde ettiğin bir avantaj yok, zarar da yok öylece dururdu. Ha büyük krizlerde bir çalkalanırdı ama “devlet enflasyonu” taktiğini ya da “faiz artırmıyoruz enflasyona rağmen” taktiğini uygulayan yoktu. Geri gelirdi paran. 

Ha Türk lirası yabancı para birimlerine kıyasla değerlenir falan o ayrı, yurtdışına gezmeye gidersen işine yarar, yoksa da paranı faize yatırmak sana bir fayda sağlamaz anacım. Paranı erimekten kurtarır, emeklerinin boşa gitmesini engeller. Parana faiz alamadığın sistem asıl adil olmayan sistem olur. 2023 yılı ekonomik modellerinde yani, 632 yılı Arap yarımadası ekonomik modellerini bilmiyorum. 

Dolayısıyla bu da toplumun kulağına hoş gelsin diye söylenen bir söz anacım: “Faiz haram.. indirin”

Ve ne oldu, senelerdir “param TL faizde dursun, nasılsa enflasyon kadar bir faiz oluyor, erimemiş olur” diyen milyonlarca vatandaş bir sabah uyandı ki, dolar fırlamış, etkisiyle kısa sürede enflasyon 180 lere dayanmış, ama parasına aldığı faiz hala 15 lerde. Çabuk davranıp dolara kaçanlar daha az zarar etti, “yok artık faizleri yükseltirler enflasyona göre” deyip bekleyenlerin birikimleri iyice eridi. 

Bu haram değil mi? Binlerce insanın yıllarca biriktirdikleri uçtu. Adil mi? 

Dünya literatüründe görülmemiş bir yöntem, enflasyon varken faizi düşük tutmak anacım. Kim tahmin edebilir böyle bir hileyi. 

Sonra da “kur korumalı” TL hesabı diye bir yöntem icad edildi. Güvenir miyim? Güvenmem. Birikimimi pul eden yönetime güvenip paramı TL de nasıl tutayım? 

“Kiraları artıramazsınız, yüzde 25 en fazla”. Bu nedir. De ki bana, birkaç yıl bir güzellik yap bana kiracını bedavaya oturt, hiç artış yapma. Hiç olmazsa devlete bir iyilik yapıyor olmanın hissini yaşarım. Kira enflasyon kadar artmazsa ben o evden değil kar zarar ederim. Vergisi şusu busu var. Satmaya kalksan satılması zorlaşacağından değeri düşer evin. Bu haram değil mi? 

Şöyle diyorsun duyuyorum: Kılıçdaroğlu mu düzeltecek? Hayır anacım. Bu düzen değiştiğinde, sen yine ülke olarak küresel ekonomik kurallarla yönetilmeye başladığında, güven endeksleri otomatikman yükseleceği için, dolar şu sıra frenlendiğinden belki bir tık daha yükselir ama faiz saçmalığı düzeltildiğinde işler yeniden rayına oturur. Bir şey olmaz merak etme. 

Ha seninki kazanırsa ne olur? Her işte bir hayır vardır, belki bu defa Kılıçdaroğlu istifa eder de CHP güçlü, zeki, karizmatik bir lidere kavuşur o hayır olur, ama kalanı çok hayır olmaz gibi hissediyorum. 

Bir 5 sene daha denesin bu modelle ülkeyi düzeltmeyi diyeceğim ama göstergelerde en ufak bir iyiye gitme görünmüyor. “Hayır daha etkisini görmeye başlamadık” denebilir, “ekonomi alanında tarihe girecek bir yöntem bulduk” diye de eklenebilir. Peki diyebiliriz ama sonrasında “kandırıldık” denirse ne olur onu düşünüyorum. Liderinin kandırılmaları öyle kısa sürmüyor çünkü anacım, bir anlık değil, 13 yıl falan kandırılmış oluyor.

Ordunun tüm Atatürk’çü  kadroları yıllar boyu hapse tıkılıyor, ondan sonra kandırıldığını anlıyor mesela. Burada da öyle olabilir diye korkuyorum. Aaa kandırıldık, bize faiz sebeptir denmişti. 

Zaman geçiyor anacım böyle. Bir kere daha kandırılmaya vakti yok bu milletin. “Kandırılmışım, bu büyük bir başarısızlık, istifa ediyorum” da kalmadı 21.inci yüzyıl Türkiye Cumhuriyetinde. Ya da “20 senedir yeniliyorum, artık bana çekilmek düşer” de yok. Çaresiziz anlayacağın anacım. İki ucu şeyli değnek. Çareyi “bir şeyler değişsin de ne olacağa sonra bakarız” da buluyoruz belki de bilmiyorum. 

Ben de biliyorum meclis AKP iken Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olmasının işleri zora sokacağını ama değişim gerek. Tek bir insanın bu kadar güçlü olmaması gerek. İstiklal savaşı kahramanı değil o. Ki İstiklal savaşı kahramanının hayali de ölmeden önce çok partili rejime geçebilmekti denedi, yapamadı. Hayattayken devlet yönetimini kendinden sonra geleceklere bıraktı. Senin liderin - Allah yine uzun ömür versin de hastalık atlattı, sağlık riskleri var - kendi yerine birilerini yetiştiriyor mu? Ölse AKP diye bir şey kalır mı mesela düşündün mü? Vatan millete hizmet aşkı ölene kadar mı sadece? Sonrasını düşünmez mi bir lider? 

Yapmaz, çünkü Osmanlı torunuyuz biz diyor. Osmanlıda hangi padişah hayattayken, “oğlum, geç sen başa, ben yoruldum” dedi. Diyemez, kellesi gider çünkü. Kanuni’yi gördün dizide, son nefesine kadar iktidarı bırakmadı. “Devletin bekası için kardeş kanı dökmek caiz” ilan edildi. Liderin de aynı anacım, kendinden sonrayı söylemez, işaret etmez, son nefesine kadar tek adam olma isteğinde. 

Ablam geldi Marmaris’e tekneye. Yazlık sarayın olduğu Okluk Koyu’na karadan gidelim dedik. Bir yerden yaklaştık, durdurdular: “geçiş yasak”. 10 km daha yol var en az. Başka bir tabela daha vardı onu denedik, orada 30 km kala durdurulduk, açıklama bu defa “ormanlara giriş yasak”. “Yo, ben Bördübet tarafında mesela ormanlara giriyorum”. Söylemiyorlar da halka açık açık, “CB yazlık sarayı var orada arkadaşım, yaklaşamazsın”. 

Denizden gidiyorsun, koyun girişinde destroyer. Kimse yoksa sarayda, iki koyu açıyorlar bir tek. 

Gökova ki Türkiye’nin dantel gibi kıyılarının üçte biri, CB’nin koyu da Gökova’nın en cennet bölgesi, içerisinde bir çok koy barındırıyor. İnsan kendi ülkesinin turizmine bu ölçüde bir balta vurmak pahasına, o canım cenneti betona boğar mı? Sarayın olduğu koyu kapatsın tamam, kalanlarını neden kapatıyor. Zamanında Turgut Özal koya gelen turistlerle birlikte yüzermiş; şimdilerde girişine izin verilen koylarda akşam yemektesin, polis tekneyle devriye atıyor etrafında. 

Atamın hayalindeki Cumhuriyet bu değil. 

Kapatırken anacım, şunu söyleyeyim: lütfen tam gönlünün istediğine oy ver. Vicdanın ne diyor ona bak. Aklın demiyorum bak, benim de aklımın düzen değiştirmekten korktuğu oluyor. Vicdanın ne diyorsa onu seç lütfen. Kimseye değil, yüreğine sor, o söylesin, ver. İnsanlar gibi toplumlar da sadece vicdanlarının sesiyle hareket ettiklerinde masum kalırlar, başlarına ne gelirse gelsin.  İstiklal savaşında Türk milleti bir adamın vicdanının sesinde birleşti “Ya istiklal, ya ölüm” dedi adam, savaşa daldılar. Akıllar, “ölüm olabilir ucunda” dediler tabi demez olurlar mı? 

Oyunun şimdiden, kime olursa olsun,  hayırlı uğurlu olmasını diliyorum anacım. 

Sevgiler

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Göcek,Ekincik,Çiftlik,Kumlubük,Turunç Pınarı

Acemi Kaptanın Göcek Anıları - Eylül 2008

Hisarönü Körfezi